İçeriğe geç

Işığı Arayan Adam Aksiyon Dergisi

    Işığı Arayan Adam

    “Üslupta bana ait olanlar dediğim şeylerin sonuç itibari ile bana ait olmadığını da biliyorum. Başkalarını da bana aitmiş gibi görünen ama gerçekte bende BİRİKENLERİ PAYLAŞMAYA DAVET EDİYORUM.

    Bu DAVET ÇOK NAİF VE KOLAY BİR DAVET DEĞİL. AYNI ZAMANDA HEYECANI İÇEREN, KORKULARI OLAN BİR DAVET

    Son yıllarda ülkemizde sanat-sanatçı ikilemi ile halka sunuş ya da halkın kavrayışı şeklinde tartışmalar devam edip gitmekte. Bu tartışmalar sürerken “Bu gidişin sonu nereye varacak? Ülkenin tek derdi sanat değil, çözüm bekleyen bir çok problem var ama sanat ve sanatçıların bu çözümde katkısı ne olabilir?” düşünceleri içinde CRR’de Peyami Gürel resim sergisini geziyoruz.

    Resimlerinde farklı bir tarz kullanan Gürel hat, ebru, tezhib ve minyatür gibi geleneksel sanatları “hıfz etmiş” ve bir bütünlük içerisinde tuvaline aktarmış. Kırk ülkede resimleri sergilenen Peyami Gürel ile sanat ve insan üzerine söyleşiyoruz.

    1959’da İstanbul’da doğan Peyami Gürel çocukluk yıllarından itibaren resim ile meşgul olur ve bu merakı artarak devam eder. 70’li yılların gergin günlerinde sosyal bir gençtir. O döneme ait problemler nedeni ile üniversiteyi bitiremez.

    Kendi kendisinin hocası

    Daha sonraki yıllarda iş hayatına atılır, bir süre sonra hayatını şekillendirecek karar noktasındadır artık. Yirmidört yaşında iken “Ticaretle uğraş, para kazan, sonu ne olacak? Ben bunları ne yapacağım?” diyerek resim sanatında karar kılar.

    Peyami Gürel’in sanat hayatında ders aldığı hocası hiç olmamış. Tamamen kendi çalışma ve gayretleri ile bu noktaya gelmiş. Ancak eserlerini ilgi ile takip ettiği sanatçılar da yok değil. Picasso ve Van Gogh en sevdiği ressamlar. Van Gogh’un bir eserini İsviçre’de ilk gördüğü andaki heyecanı unutamıyor; “Çok dehşet bir şey. Zürih’te bir müzeye gittim. CRR’nin tamamı kadar büyük bir salon düşünün. En uçta duran bir tablo var. Ben daha salondan içeri girdiğim anda nefesim kesildi. İmzasını göremediğim halde o eser dikkatimi çekmişti. Van Gogh’a ait olan o resmin yanında çöktüm ve yirmi dakika kalkamadım. Yani o kadar uzaktan selam veriyor ve ben buradayım diyordu. İşte sanat, işte sanatçı bu…

    ” Van Gogh’dan bu kadar etkilenmesine rağmen kendi çalışmalarına bir etkisi olmadığını da ekliyor Gürel; “Van Gogh çok ayrı bir stil, Picasso ayrı bir stil ve hepsinin bende ayrı ayrı tatları var. Ama benim yapmak istediğim ve gerçekleştirmek istediklerim çok daha farklı idi.”

    Mesajlar paylaşıldıkça anlam kazanır

    Peyami Gürel eserlerinde vermek istediği mesajı insanlarla paylaşmaktan yana. Birebir doğrudan dile getirmeyi de doğru bulmuyor. Mesajların, mesajı alanlar ile paylaşıldığı an arzu ettiği şeylerin gerçekleştiğini ve bundan mutluluk duyduğunu belirtiyor. “Üslupta bana ait olanlar dediğim şeylerin sonuç itibari ile bana ait olmadığını da biliyorum. Başkalarını da bana aitmiş gibi görünen ama gerçekte bende birikenleri birlikte paylaşmaya davet ediyorum. Bu davet çok naif ve kolay bir davet değil. Aynı zamanda heyecanı içeren, korkuları olan bir davet. Yol, kolay bir yol değil, bu yol insan olma yolu; insan olma onurunu taşıma ve bunun gereklerini yapma ve bunu başkalarıyla paylaşma yolu. Bu yol bütün güzellikleri ile birlikte birtakım sıkıntıları, hüzünleri, acıları, korkuları da içeriyor.”

    Ağırlıklı olarak atölye çalışmaları yapan kırk yaşındaki Peyami Gürel’in üçüncü kişisel sergisiydi CRR’deki. Sergi sayısının az olduğunu vurguladığımızda ülkemizde serginin yanlış anlaşıldığını, açılan sergilerin sanatçının belli dönemlerde yaptığı eserlerin ticari olarak teşhir edilmesi ve satışa sunulması olarak algılandığını söylüyor. Ve bu davranışı doğru bulmadığını belirtiyor. Sergi, bir sanatçının belli bir dönem için yapmak istediklerini özetleyip, yoğurup ‘Şunu şu şekilde söylüyorum’ diyerek sanatseverlere arz etmesidir ona göre. Sergide satış da yapılmalı, ama tek maksat ticari düşünce olmamalı.

    Peyami Gürel, sanatçının eserlerini insanlarla paylaşma amacı ile yapması gerektiğini söylüyor; “Paylaşmayı kıskandığınız zaman kendi bireyselliğinizi yüceltmeye takılmış durumdasınızdır. Bunda enaniyet vardır. Tam tersine paylaşmak ise erdemdir.” Kırk ülkede eserleri bulunan Gürel, bundan oldukça memnun; “Başkaları sizsiniz, siz başkalarısınız zaten. Eserlerinizi verdikçe, yayıldıkça siz başkalarıyla berabersiniz.”

    Sanat kapılar açar, köprüler kurar

    Yıllardır sanat, sanatçı ve toplum ilişkisi tartışılır. Gürel’e göre ise bu süreç geçici ve doğal bir süreç; “Toplumun tercihleri mümkün olduğu kadar kolay olandan ve kolay tüketilebilenden yana. Bu sadece resim gibi çok özel bir alan için değil, edebiyat, müzik ve diğer sanatlar için de aynı. Dolayısıyla üretilenler de mümkün olduğunca kolay tüketilebilene yöneliyor. Ama bu sürecin geçici olacağı kanaatindeyim. Çünkü üzerinde bulunduğumuz havzada, üzerinde bulunduğumuz mirasa sahip bir toplumda bu tür dinamikler yeniden kendini üretebilme gücüne sahip. Yani güzellik, hassasiyet, iç derinliği bunlar kendisini yeniden üretebilecek güce sahip: Tez-antitez meselesi gibi birşeylerin yavanlaşması ve dejenerasyonu aynı zamanda birşeylerin yeniden üretimine neden oluyor, kapı açıyor, anahtarlarını içinde taşıyor ve yeniden kapı açış…”

    Gürel’in çalışmalarında doğuyla batının birleşimi gibi bir derdi yok. Çünkü esas itibariyle çok fazla bir yerde ayrıldıklarını da düşünmüyor. En azından benim kendi yüklemim itibariyle çok fazla bir yerde ayrılıklar da yok. Ama genel olarak ayrı gibi gözüken ve hakikaten ayrı olan yerler de var. Sanatçı tarafından yüklenilen ve üzerinde yürünülen alanda çok fazla bir ayrılık yok. Bilim, teknoloji, insan ilişkileri kavrayışı gibi öne çıkan değerler batıda biraz farklıdır, doğuda biraz daha farklıdır. Ama insan olma ve insan olmanın müsbet ve menfi yönlerini çeşitlendirme kulvarı açışısından çok farklılık yok.

    Sanat sahibi gerçek “sanatkar”dır ve en hassas nokta sanat ve sanatkârın gerçek sahibini kavraması ve irdelemesi. Gürel’e göre “Bütün sıfatlar zaten bir makama ait. Bizler bu sıfatları paylaşanlarız, bu sıfatlarla bezenmeye çalışanlarız, kendimizi benzetmeye çalışanlarız. Ne kadar çoğunluğa isabet kaydedebildiysek amaç budur. Kendimizle karşılaşmamız sıfatların sahibi ile karşılaşmamız anlamına gelir ki en güzeli bu. Bir nevi ona davettir, kendimi davettir, başkalarını davettir, paylaşmadır ve daha da özeti sevgidir aslında. Medeniyetler tarihi dediğimiz alanın korkunç karmaşası, problemleri, zaafları, sıkıntıları ve güzellikleri bir bütün ama aynı zamanda bir güzelliktir.”

    Sanatı Fonksiyonu

    Çağın insanının bunalımlarını tedavi noktasında sanat bir terapi idi. Ama terapi son derece psikolojik ve tıbbi bir terim havasını taşıdığı için ondan kaçınıyor sanatçımız. Fakat özü itibariyle, insanın kendisiyle barışması, kendisi olması ve başkalarını da kendisi olmaya davet edişi zaten bir terapi değil mi? Amaç varlığı kavrama, varlığın içerisinde olmayı hissetme. Kim gerçek varlığı kavrıyorsa o sanatı da, sanatkârı da, sanatın ve sanatkârın gerçek sahibini de kavramış demektir. Sanatın fert ve toplum için ihmale gelmez bir güç olduğunu farketmeye başladığımız an sanat fonksiyonel olmuş demektir.