İçeriğe geç

Sanatçı hep yeni birşeyler söyler

    Sanatçı hep yeni birşeyler söyler / Sümeyra Yılmaz
    Sanat özellikle de ebru sizin için ne ifade ediyor?

    Sanat, varolma problemidir, güzellik arayışıdır, sezme hadisesidir. Bir şeyler anlatmak bir şeyler üretmek, bir şeyle hissetmek ve hissettiklerimi yeniden aktarmak, onları kendi süzgecimden geçirip, onlara bir biçim vermek ve yeniden oluşturmak bana çok büyük bir haz ve heyecan veriyor. Sanatçı olarak bilfiil bu aktarımı, bu heyecanı bu doyumu gerçekleştirebilme konusunda elimdeki herşey benim için bir araç ve malzeme. Ebru da bu araç ve malzemelerden biri. Bu kalem olur, duvar olur, çamur olur, taş olur. Bunların hepsi araçlar manzumesi zaten.

    Tarihi gelişimi içinde ebruya nasıl bir fonksiyon yüklenilmiştir?

    Ebrunun gelişme trendini belirleyen, bunun bir yan sanat olmasıdır. Esas itibariyle yazının yanında yazıyla birlikte oluşan, onu güzelleştiren bir sanat ebru. Tarih boyunca hemen hemen icra ettiği temel fonksiyon bu. Yazı ve kağıt bağlantılı bir sanat.

    En parlak dönemini Osmanlı zamanında yaşayan ebru sanatının şimdi Türkiye’de değil Avrupa’da rağbet görmesini neye bağlıyorsunuz?

    Şu anda Avrupa’nın itibar ettiği ebru sanatı Osmanlı döneminde yapılan ebru sanatı değil. Avrupa medeniyetinin, bir özelliği tüm sanatlara , tüm değerlere kendine göre yeniden bir anlam ve içerik kazandırmasıdır. Ebru için de aynı durum sözkonusu. Ve ona farklı birtakım farklı boyutlar eklemeye çalıştı. Ama zanaatkarane anlamda yenilikler Avrupa’da da bizde de devam ediyor. Avrupa bize kıyasla sanat açısından ebruya daha fazla itibar ediyor ama kendi sanat birikimine oranla bu ilgi o kdar büyük değil. Büyütmemek gerekir.

    Türk kağıdı diye bilinen ebru, son yıllarda Avrupa’da İtalyan kağıdı olarak adlandırılmaya başlandı. Bu aşamada Türk sanatçılarına bu en köklü sanatımıza sahiplenilmesi konusunda ne gibi sorumluluklar düşüyor?

    İtalyan kağıdı olarak anılması çok da büyük bir vakıa değil. Yurtdışındaki ebrucuların bir kısmıyla tanıştım. Yurtdışındaki ebrucular bu sanatın Orta Asya’dan Anadolu ve Avrupa’ya intikal eden bir sanat olduğunun bilincindeler. Ama şunu diyebilirim; İtalyanlar ya da bir başka ülke herhangi bir sanatı yeniden yorumlayıp, çok farklı bir şekilde, şu anki hayat tarzlarına uygun bir hale getirirse, o ülkenin sanatı olarak anılmaya başlar. Bunu Türkler yaparsa Türk sanatı olur, İtalyanlar yaparsa İtalyan sanatı olarak anılır.

    Özellikle Avrupalı sanatçılar ebruda farklı teknikler deneyerek geleneksel kalıpları zorluyorlar. Türk sanatçılarının bu yenilikçi akıma bakışı nasıl?

    Bu anlamda iki genel eğilim var. Biri muhafazakar eğilim, yani değiştirilmesini, pratik anlamda geliştirilmesini yeni denemeler yapılmasını doğru bulmayanlar, bir de yeni denemeler yapanlar var. Ne geleneğin anlamı yeterince kavranabiliyor ne de modern olanın.

    Peki sizce sanatta ve plastik sanatlarda geleneksel kalıplar ve formlar muhafaza mı edilmeli? Yoksa sanatçı sürekli yeni birşeyler mi denemeli?

    Evet sanatçı sürekli yeni birşeyler denemeli. Ancak geleneksel formları, kalıpları, tespitleri iyi bilmeli ve sürekli yeni birşeyler denemeli ki sanatçı olsun. Denemezse sanatçı olmaz zaten, zanaatkar olur, meslek erbabı olur.

    Ebrunun şu an ülkemizde diğer geleneksel sanatlara göre konumu nedir?

    Ebru hat ve tezhibe göre daha ileride. Popülaritesi daha yüksek. Popüler olma şansı biraz daha fazla; çünkü genelde renk ilişkileri hakim olduğu için daha fazla kitleye hitap etme şansı buluyor.

    Resimlerinizde farklı bir tarz ve üslup göze çarpıyor. Bu sentezi oluşturmanızda geleneksel sanatların etkisinden söz eder misiniz?

    Klasik ebru yapan bir sanatçıyım. Ama esas eksen aslında bir üst dil olan resim dili. Ebru, hat, tezhip formları, diğer geleneksel formlar, hepsi bu altyapıyı, arkaplanı, düşünce yapısını ve bir üst dil olan resim dilini oluşturmada benim için bir malzeme. Zaten ebru bir anlatım aracı değil, dekoratif bir araç. Besleyen, yardımcı olan bir araç. Benim anlatmak istediğim birşeyler var. Heyecan duyan, yaptığım işle doyum hali yaşayan ve sosyal, kültürel birikimimi, duyuşlarımı başkalarına aktarmak isteyen birisiyim. Bu aktarma sürecinde benim kullandığım ana araç resim. Bu üst dili oluştururken ana çerçeve olarak içinde bulunduğum kültürün birikimini bir kere acilen, öncelikle kullanmaya başlamalıyım. Tabi bu demek değil ki, Afrika sanatının, Amerikan sanatının, Çin sanatının birtakım öğelerini bir şey anlatırken kullanmayacağım. Kullanacağım ama öncelikle bastığım toprak, zemin bu kültür olduğu için bir kere bu kültürün formlarını ve birikimini şöyle bir süzmeliyim. Söyleyeceklerime oradan başlamalıyım. Radyonun frekansını önce oraya ayarlamalıyım. Sonra programları zenginleştiririm.

    Hatla ebru ilişkisi…

    Hatla ebru birbirine çok yakın. İkisi bir arada varolan sanatlar. Hat merkez, tezhip ve ebru ona yardımcı oluyor. Geleneksel sanatlarda ana kurgu böyle. Ama bir söylem oluştururken illa böyle olmak zorunda değil. Birisini daha baskın hale getirirsiniz, biri onun üserinde kalır. Bir sonraki çalışmada bir başka formu bir başka kalıbı, bir başka birikimi daha baskın hale getirebilirsiniz. Bunların hepsi anlatmak istediğiniz şeye bağlı.

    Peyami Gürel, sanatını ve resmini nasıl tarif ediyor?

    Benim eserlerimin özelliğini kendi anlamlandırdığım şekilde tarif edebilirim, bu mümkün. Ama esas bunu tarif edecek olan sanat eleştirmenleri ve izleyiciler. Bu sanatçının tarzı, üslubu şöyle farklı bir yere oturuyor, diyecek olan onlar. Ben kendime göre bir yargıya sahibim. Oturduğum yeri de bildiğimi varsayıyorum. Ama bu bilginin kesinleşmiş bir bilgi oluşunu sağlayacak olan başkaları tarafından test edilişi. Şu ana kadarki testlerim oturduğumu varsaydığım yerin doğru olduğunu kanıtladı ama bu testleri yeterli bulmuyorum.

    Durduğum yer neresi? Düşünce, sorgulama ve özgürlük. Söylenmek istenilen belki temel şeylerin zeminini ve halısını hazırlayan bu. Dolayısıyla geleneksel formları da böyle bir imbikten geçirerek tuvale ya da kartona aktarmak benim görevim. Hangi sanatla uğraşırsa uğraşsın bir sanatçı üzerine oturmuş olduğu zemini, kültürel birikimi eğer zihinsel bir imbikten geçiremiyorsa bunun anlamlarını ve kullanışını iyi anlamamışsa yeni birşeyler de söyleyeceği şeylerin çok kifayetli olacağına inanmıyorum. Bu çok zor bir işlem olduğu için ülkemizde -bunu da saygıyla karşılıyorum- batı resminin üslup, yöntem ve formlarını kullanarak resim yapma geleneğinin yerleşmiş olmasını -yerel malzemeyi kullanamadıkları için- bir problem olarak görüyorum. Bu ülkenin ressamı, müzisyeni, sanatçısı mevcut tarihsel ve geleneksel birikimini, çok iyi kullanmak zorunda.

    Bunu kullanmayı çok iyi becerebildikten ve bu konuda gerçekten çok ciddi eserler verebildikten sonra bütün kültürlerin malzemeleri onun için bir araç olma özelliğini kazanmaya başlar. Bunun aksi ise kendi bardağındaki suyunu içmeden başkasının bardağındaki suya sulanmak gibi bir şey oluyor ve bir sonuç vermiyor. Tabiatıyla bazen komik, bazen eklektik oluyor. Yabancılaşmış oluyor. Sanatçı kendine özgü bir dünyada yaşar, ama bir toplumda yaşar. Beğensin, beğenmesin onlarla birlikte vardır, onlarla birlikte yükselir, onlarla birlikte hisseder, onların kaygılarını duyar, o halde malzemesi burasıdır. Bu malzemeyi iyi değerlendirip bitirir, doyar buraya. Kendi kültürüne, kendi insanlarına, onların acılarına, dileklerine, heyecanlarına doyar ve yeniden bir açlık başlar. O zaman dünya insanlarının da meselelerini, problemlerini ve birikimlerini duymaya ve hissetmeye başlar. Ama bizde mum dibine ışık vermez misali bir durum yaşanıyor.

    Sanat, hayatımızın neresinde durmalıdır sizce?

    Sanat, varoluşun en önemli araçlarından biri. Bir çok insan sanatı kendi hayatlarının muhtemel ayrı bir kategorisi, bir köşesi, departmanı olarak görüyorlar. Ve böyle bir departmanı, zaman zaman atıl bırakabilecek engellerle karşılaşabiliyorlar. Ama özellikle genç arkadaşlar, heyecan duydukları, peşinden gerçekten gitmeyi arzuladıkları, kendilerini anlamlandırabileceklerini düşündükleri alanlarda sonuna kadar mücadele etsinler. Bunu yapmak için her türlü gayreti göstersinler ve vazgeçmesinler. Çünkü insan ancak heyecan duyduğu birşeyi yaptığı takdirde kendisiyle ve başkalarıyla da barışık olur. Kendi için gerekli olan kalıplar, formlar ancak o zaman anlamlı hale gelir. Onun dışındaki ezberdir. Ezberlenen bir bilginin, ezberlenen bir davranışın insana bir faydası yoktur. Tam tersine yabancılaştırır. Bu ülkede bir şekilde yabancılaşmanın, kendinden uzaklaşmanın hatta hatta kendi düşüncelerinden, eğilimlerinden uzaklaşmaların önüne geçilmesi gerekiyor. Bunun en önemli araçlarından ve yollarından biri de sanattır.