İçeriğe geç

Ülker Mozart Günleri Andante

    Ülker Mozart Günleri

    – – – – –

    Yurtdışındaki festivalleri takip edenler bilir, “Mozart Festivali” denilince akla ilk olarak Salzburg’daki Uluslararası Mozarteum Vakfı’nın düzenlediği “mozartwoche” (Mozart Haftası) gelir. her yılın ocak ayının son haftasında gerçekleşen bu festivalde dünyaca ünlü solistler ve topluluklar Mozart’ın “memleketi” Salzburg’da bir araya gelir ve ağırlıklı olarak bestecinin eserlerini icra ederler.

    hatta Mozart severler için bir alternatif daha vardır. New York’taki Lincoln Center’da 36 yıldır temmuz ve ağustos aylarında düzenlenen “Mostly Mozart” Festivali yine ağırlıklı olarak Salzburg’un en değerli evladının yapıtlarını “yeni dünyalılara” sunar.

    artık dahi bestecinin hayranları için yepyeni, gencecik bir festival daha var, hem de ülkemizde: “Ülker mozart Günleri”. İstanbullular tıpkı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, Aya İrini’nin büyülü ortamında dokuz gün boyunca, Alexei Lubimov ve Alexander Rudin başta olmak üzere düzeyli sanatçıların yorumlarıyla Mozart’a doyacaklar.

    Ülker Grubu Sanat danışmanı Peyami Gürel’le, “Mozart Günleri”nden yola çıkarak Ülker’in sanata ve sanatçıya bakışı üzerine söyleştik.

    ‘Hafif kültürle ağır sanayi olmaz’

    Peyami Bey, öncelikle Ülker Grubu olarak benimsediğiniz; “Sanatla, Sanatçıyla, Sanatseverle” sloganının içeriği hakkında bizi aydınlatır mısınız?

    Grup olarak konuya şöyle yaklaşıyoruz: Herhangi bir faaliyeti, arzuyla ve sorumluluk hissiyle yapıyorsak eğer, faaliyet konusuyla ilgili tüm tarafları bir arada değerlendirmek zorunda olduğumuzu düşünüyoruz. Bu tercih, biraz da Ülker Grubu’nun yapısından kaynaklanıyor çünkü çok geniş ürün yelpazesine sahip bir kuruluşun başarısı bütün faktörleri bir arada değerlendirebilme tecrübesine dayanır. Bunu yapabildiği içindir ki bu ürünleri ve bu beceriyi ortaya koyabiliyor. Kültür, sanat alanındaki faaliyetlerini her geçen gün artırarak sürdürmeye gayret eden bir kurum olarak ülker, yapısı gereği bu alandaki etkinliklerinde de bütüncül bir bakış açısına sahiptir. Biz kurum olarak; sanat dallarıyla, sanatçılarla ve düzenlenen etkinliklerde bir araya geldiğimiz sanatseverlerle iletişimi hep bir arada düşünüyoruz.

    Bu süreçte bir kaç önemli faktör daha var, muhakkak zikredilmesi gereken. Bunlar arasında örneğin medya var, bu faaliyetleri sürdüren kişiler var, yani bizler ve elbette “arkasında duran” değil ama bu faaliyetlerin toplum adına sürdürülmesi gerektiğini bilen yöneticiler var.

    Şunun bilincindeyiz bir kere: Hafif kültürle ağır sanayi olmaz. eğer kurum olarak sanayi veya ticaret alanında büyüyor iseniz, hem üretiyor hem satıyor iseniz bu bir kültür işidir. Ve siz bununla ilgili zaten bir sorumluluk ve bilinç taşıyorsunuz demektir. Bunu toplumla paylaşmanın metodlarını da sahip olduğunuz tecrübeye istinaden biliyorsanız, yapacaklarınız bellidir. Aslında ben inanıyorum ki, bu ülkenin birçok kuruluşu, bu gerçeğin bilincinde ama bilincinde olmak ve bilmek ayrı, bunufark edip uygulamak ayrı. Ülker Grubu’nun farkı zannediyorum bu toplumsal sorumluluğun bilincinde olduğu gibi bunu uygulamaya dökebilmesinde yatıyor. Ülker’in bu tavrı diğer kurumlara – toplumsal sorumluluk bağlamında – bir hatırlatma aynı zamanda.

    İmaj yapmak peşinde değiliz

    O halde siz bu faaliyetlerinizi ilk planda, kurumsal kimliğinizigüçlendirme, imaj geliştirme adına değil toplumsal sorumluluktaşıma adına yapıyorsunuz.

    Evet öyle yaklaşıyoruz. Şunu söyleyeyim ki, “imaj yapma” veya “imaj geliştirme” tabirlerini de bayağı buluyorum. İmaj yapamazsınız çünkü kelimenin köküne aykırıdır bu kullanım. İmaj bir sembolizmdir, bir hayallemedir, bir tasavvur dünyasıdır. Sizde bir şeyler var olacak ki, bu var olan fraktörlerin arasındaki bağlar sezilebiliyor olsun. Bunlar yoksa eğer, neyi sezecek ve neyi ifade edeceksiniz? ya da bunlarvar ama, sahip olduğunuz bu faktörlerin ne olduklarının farkında değilseniz, ne imajı yapacaksınız? O yüzden bence esas olan, sahip olduğunuz birikimi, uygun enstürmanlarla kullanıma sokma becerisidir.

    Ülker’in imajdan yana hiçbir sıkıntısı yok. Bir kere tanınma ve bilinme sorunu yok, bu anlamda bence Türkiye’nin en önemli markası. Ülker’in tanınma, bilinme süreçlerini çoktan aşmış bir firma olarak taşıdığı yegane dürtü, toplumsal paylaşım. Çünkü şunu iyi biliyoruz: Ülker’in, Türkiye’nin güzide bir kurumu ve markası olarak devamlılığı, ülkede nitelikli ve bilinçli tüketicilerin artmasıyla çok yakından ilişkilidir. Kaliteli ürün ortaya koyuyorsunuz, peki kaliteyi kim algılar? Elbette kaliteden anlayabilen. İşte sorumluluğumuzun bir parçası.

    İletişim kanallarımızı o kadar güzel ve doğru kuralım ki biz de bir taraftan bir şeyler öğrenelim, esas olan zaten bizim öğrenmemiz. Bir kurum karşılıklı alışverişle zaten ayakta durur. Verirsiniz ve alırsınız, siz topluma bir şeyler sunmayı sorumluluğunuzun bir parçası hissettiğiniz ölçüde karşıdan da size bir tepki gelir. Siz onları değerlendirir ve tekrar üretime çevirirsiniz. Bu, karşılıklı saygıya dayalı bir ilişkidir. Yaptığınız bir şeyi topluma sunarsınız, beğenileri ve tenkitleri alıp onları yeniden hamurdan geçirirsiniz. Bu alışveriş genişledikçe ülkemiz de kültürel, sanatsal, ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda dirliğini muhafaza edecek ve gücünü pekiştirecektir.

    İşe başlar başlamaz bisküvi üretimini gözlemledim

    Ülker’in sanat danışmanlığı görevini ne zaman üstlendiniz? Sizden önce bu alanda neler yapılmıştı, önünüzde ne buldunuz göreve geldiğinizde?

    Bir seneyi aşkın süredir Ülker’in Sanat Danışmanlığı’nı üstlenmiş bulunuyorum. Söyleşinin başında değindiğim gerekçelerden ötürü zaten göreve geldiğimde yığınla proje dosyasını masamda bekler buldum. Proje bolluğu karşısında hayretler içinde kalmıştım. Bana: ‘Peyami Bey, biz bu projelerin bir kısmını gerçekleştirdik, kalan kısmını da sizinle birlikte yaşama geçirmek istiyoruz’ dendi. Ülker, bana şöyle demedi: ‘Peyami Bey, gelin bizim sanat danışmanımız olun da şöyle güzel faaliyetler yapalım.’ Bu birlikteliği, bilinçli projeler üretebilen ve üretebilmiş insanların bir araya gelişi gibi algılayabiliriz.

    Ülker’in sanata ve sanatçıya bakışında, şu anda sizinle paylaştığım düşüncelerin hepsi bulunmaktaydı zaten. Benim naçizane bu kavrayışa katabileceğim unsur şu olabilirdi ve onu yapmaya çalıştım: Yönetimin konuya bakış açısını öncelikle bu işletmenin mantığı içerisinde kavrayabilmem gerekiyordu. Daha sonra işletme içindeki değerler sistematiği ve dinamiklerle bu kavrayışın arasındaki bağları fark edip, bu bağları daha fazla aktive edebilmek için hangi enstrümanları eklemek, hangilerini geriye çekmek gerektiğine karar vermem gerekirdi. Hatta ilk günlerde kendilerine rica ettim, ‘ben tesislerde bir dolaşayım’ dedim. Bu bisküviler nasıl üretiliyor, işçiler nasıl çalışıyor, hangi psikolojik etmenler üretimde rol oynuyor? Bütün bunları merak ediyordum, kendi faaliyetlerimde bunları done olarak kullanmam gerekiyordu.

    Neden Mozart? Çünkü Mozart müzikte, Sabri Ülker de sanayide birer deha

    Peyami Bey gelelim “Mozart Günleri”ne… Neden Klasik Batı Müziği ve neden bir başka besteci değil de Mozart?

    Neden klasik sanatlar? Çünkü biz “klasik” olanı; paylaşılabilir, değerlendirilebilir, bilinebilir ve kavranabilir “halde tutmak” istedik. Bakın “sağlamak istedik” demiyorum, çünkü “sağlamak” kelimesi şöyle bir iddiayı da içeriyor: ‘zaten yoktu, biz sağladık’. Olmaz mı hiç? Dolu!.. Biz diyoruz ki, bu sanatları önce mümkün olduğu kadar muhafaza edelim, bu yoldaki katkılarımızı artıralım. Bu çabamız, sanat dallarının klasikleriyle henüz temasa geçmemiş yeni nesillere hitap ederse ne ala, onların da tanımasına vesile olmuş olalım. Bu toplum dünyanın klasiklerini ve kendi klasiklerini hissetmek ve onlara temas etmek orunda.

    Bu teması sağladığımız ölçüde, üzerinde hareket edeceğimiz bir manevra sahası buluruz. Bu alan yoksa, istediğiniz kadar yeni şeyler yapın, sabun köpüğü gibi kısa zamanda yitip gider. Bu bağlamda, Klasik Batı Müziği alanındaki etkinliklerimiz, dünya klasiklerini bilinebilir, tadılabilir halde tutmak hedefimizin bir parçası olarak düşünüldü. Peki niye Mozart? Mozart’ın yine kurumun kendi dinamikleriyle ve yaklaşım tarzıyla tatlı bir izdüşümü ve bağı var. Mozart, bir müzik dehası… Bence Sabri Ülker de bir deha!.. Bir üretim dehası, bir sanayi duayeni. Diğer izdüşüm de şu: Mozart, kısacık ömrüne hepsi de nitelikli altı yüzden fazla yapıt sığdırabilmiş o kadar verimli bir besteci ki, eh bu meziyetleri de çok iyi örtüşüyor Ülker’le.

    Kültür merkezi yolda

    Kültür Merkezi projenizden de bahsedebilir miyiz?

    Her şeyin kendi doğallığı içerisinde gerçekleşmesini hedeflediğimiz için, paylaşım süreci ve sacayakları ile ilgli iletişim belli bir kıvama doğru yürüdükçe kendi tabiiliği içerisinde bir taçlandırma oluşsun arzusundayız. Bir Kültür Merkezi açmak sorun değil, çoktan yapabilirdik. Ama biz doğal akışı bozmak istemiyoruz, bu çalışmaların sonucunda o zaten kendisini bir “taç” olarak bize dayatacak. İstiyoruz ki bu oluşumu; medya, sanatçı, sanatsever ve sanatların bilfiil kendi ihtiyaçları belirlesin ve şekillendirsin, biz de ona göre birelbise dikelim. Tarafların birbirleriyle etkileşimi sonucu ortaya çıkan böyle bir “yapı” ancak o zaman, yaşayan, alan ve veren bir mekan olur. Adım adım gidiyoruz.

    Toplumsal gelişim sürecinden bağımsız olarak hedefler belirleyip kendinizi çok fazla kayır altına alırsanız, bir süre sonra süreçten bağımsız ve apayrı bir noktaya sapabilirsiniz. Böyle bir riski Ülker gibi büyük bir kurum hiçbir zaman almaz çünkü o, karşılıklı alışverişi daima hissederek ve takip ederek yürümüş. Toplumla iletişim ve paylaşım sürecini göz ardı ederseniz, bunlar sadece sizin kendinizi tatmin ettiğiniz faaliyetler olarak kalır ama bu ülkenin de kaynak israfına tahammülü yoktur.