Güzelliğin Peşindeki Müslüman
– – – – – –
Masasının üzerindeki Gauloises marka sigara paketinden hemen hemen aralıksız denebilecek biçimde, sürekli olarak sigara çekip yakıyor. Sakallı, ama alışılmış, basmakalıp fanatik İslamcı sakalı değil bu kesinlikle; sanatçı sakalı. Böylece belki iki işlevi aynı anda yerine getiriyor; hem bir Sünnet’i uygulamış oluyor hem de estetik bir rötuşu…
Fonda klasik Türk Sanat Musikisi var. Dinlendirici, ortama son derece uygun, hoş… Ama müzikte tercihi sadece bu değil kuşkusuz: “Vivaldi’ye bayılıyorum. Pink Floyd’u da çok severim.” Masasının arkasında bulunan dolabın gözlerinden birini açıp bize gerçekten sağlam bir müzik arşivi gösteriyor; Vivaldi, Çaykovski, Baez… Yani karma bir müzik arşivi bu ama aralarındaki eski ve şimdi ender bulunabilen materyaller kolaylıkla küçük bir servete eşdeğer.
Peyami Gürel, inanan, daha genel bir deyişle İslamcı bir entelektüel. “İslamcı entelektüel” tanımına pek sıcak bakmıyor ama; “İslamcı aydın, İslamcı entelektüel diye bir şey olmaz. Entelektüel, entelektüeldir, aydın, aydındır.” diyor.
Resim ve İslam
Çok direkt bir soru yöneltiyoruz o zaman: “Peki, şimdi inanan bir insan değil misiniz? Yani siz, Müslüman değil misiniz?”
“Elhamdülillah,” diyor, “tabii ki Müslümanım, tabii ki inanıyorum…” Bu noktada sormaya can attığımız sorumuzu soruyoruz hemen: “Öteden beri resim ve İslam kavramları birbirleriyle asla barışık olmayan kavramlar olarak alındı İslami kesimde ve Müslümanlar, resim sanatının İslam’da yasak olduğunu vurgulayıp durdular. Bu tartışma halen sürüyor eskisi kadar çok geniş ve büyük olmasa da… Durum buyken siz, bir Müslüman olarak sadece resim yapmakla kalmamış, bir de resim galerisi açmışsınız. Siz bu sorunsalı nasıl formüle ettiniz kafanızda?”
İnce çerçeveli gözlükleriyle oynayarak gülümsüyor hafifçe. Bu tavrıyla kendinden son derece emin olduğu izlenimi uyandırıyor.
“Bakın” diyor, “siz İslam’la resmin, resim sanatının birbirleriyle barışık olmadığını nereden çıkarıyorsunuz? Böyle bir şeye inanmıyorum ki ben. İslam’ın resme ters baktığı şeklinde bir görüşün doğruluğuna inanmıyorum zaten ben. Siz bana bir Müslüman olarak nasıl olup da bir resim galerisi işlettiğimi soruyorsunuz. Ben, böyle bir sorunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu sorunun bu biçimiyle sorulmasını doğru bulmuyorum en başta. O zaman ben de size şöyle bir karşı örnek verebilirim: Diyelim ki Almanya’da, Budist biri kalkıp bir resim galerisinin işletmeciliğini yapıyor. Bu adama tutup sorar mısınız sen hem Budistsin, hem de tutup bir resim galerisi işletiyorsun. Bu yanlış bir şey değil mi diye? Adam size bunun yanlış olmadığını, çünkü resmi bir güzellik olarak algıladığını, yaptığı işi, estetik bir kaygının, güzelliğe olan ilgisinin bir sonucu olarak yaptığını söylerse ne dersiniz?…”
Güzelliğin peşinde olan bir adam Peyami Gürel. Güzeli, güzelliği arıyor o. Tıpkı örnek verdiği Budist resim tutkunu adam gibi o da bu kez değişmiş dinsel kavramlarla, bir Müslüman olarak güzelliğin peşinde koşuyor…
Önce Marksist, 80’den sonra Müslüman
Bu noktaya kadar nasıl geldi acaba Peyami Gürel, bir flash-back yapmasını istiyoruz.
Önceleri, daha doğrusu ’80 öncesi İslamcı filan değilmiş; Marksistmiş o dönemlerde. İdeolojik anlamda hızlı bir marksist de denebilirmiş hem de o yıllarda. ’80, bilindiği gibi, Türkiye toplumunun yaşamsal, toplumsal, düşünsel ve ekonomik değerlerini, dinamiklerini, hatta çok genel bir ifadeyle bütün yapı taşlarını alt üst eden, inanılması güç bir değişim serüveni yaşamasına zemin hazırladı. Bu değişim serüveninin çok önemli canlı öğelerinden biri de Marksistlerdi ve Marksistlerin çoğu, 80’den sonra kendilerini adeta yeniden keşfetti. Kimi sosyal demokrat oldu, kimi de İslamcı… Peyami Gürel’i de işte bu değişimin İslam eksenine oturtmak mümkün sanıyoruz. Dönüş serüvenini merak ediyoruz. Anlatıyor:
“ O dönemlerde de tıpkı şimdi yine olduğu gibi zihinsel bağlamda beni en çok meşgul eden problem, bilimsel gerçeklikti. Marksizm’i bilimsel gerçekliğe en yakın düşünce biçimi sanıyordum. Ama o zamanlar da Müslümanlarla diyaloğumu sürdürüyordum. Onlarla konuşuyor, tartışıyordum. Sonra 12 Eylül oldu. 12 Eylül’ün ardından çok yoğun bir okuma, araştırma sürecine girdim. 1982 yılında dönüş yapmaya karar verdim ve Müslüman oldum. Lailahailallah… Bu kavramın başındaki La çarptı beni zaten. İşte, dedim, aradığım bu benim yahu, yıllardır aradığım buymuş benim: La… Tamam, işte hepsi bu kadar!..”
“Yani peşinde olduğunuz bilimsel gerçekliğin kökenlerinin sonuç olarak İslam’da olduğuna mı karar verdiniz?” diye soruyoruz. Oldukça yalın bir cevap veriyor Gürel: “Evet…”
İlginçtir, daha önce amatör olarak sürdürdüğü resim çalışmalarına, tam da bu noktadan sonra daha yoğun ve bu kez profesyonel olarak başlamış. Nasıl oluyor da oluyor?
Naif tebessümlerinden biri daha gelip konuyor yüzüne ve Gauloises marka sigara paketinden birini daha çekip yakarak bir anısını anlatıyor bize: “Uzun süre akademide resim eğitimi gören Marksist bir arkadaşım vardı. O da bir biçimde İslam’a dönüş yapıp Müslüman oldu. Bir gün geldi bana. Oturup konuşurken, sohbet esnasında resim çalışmalarını nasıl gittiğini sordum. Bana resmi bıraktığını, çünkü kendisine İslam’da resmin haram olduğunun söylendiğini belirtti. Bak, dedim, ona, nereden varıyorsun sen bu yargıya? Kim söyledi sana bunu? Tutup birkaç ayet-i kerime, birkaç hadis-i şerif örnek verdi. Güya işte Peygamber Efendimiz, bir eve gitmiş de, bu evde bazı işlemeler filan görmüş de, ev halkına bu işlemeleri kapatmalarını ya da yok etmelerini söylemiş…
O zaman dedim hat ya da ebru sanatı niçin haram değil? ‘Ama bu Hazreti Ali’den sonra başlamış’ dedi. ‘İlgisi yok’ dedim. Yani Peygamber Efendimiz güzelliğe karşı mıydı? Resim güzelliktir, estetiktir. Onun da güzelliğe, estetiğe karşı olduğunu kimse söyleyemez herhalde… Asrı- Saadet döneminde yaşanan bazı şeyler yanlış aksetmiş günümüze, hepsi bu… Bir şey güzel olduktan sonra ve bu güzelliğe artı bir değer kazandırmak için bir çaba gösterildikten sonra niçin problem olsun ki?…”
Şu anda Peyami Sanat Galerisi adında bir galeri sahibi Gürel. Burada çeşitli ressamlar çalışmalarını sergileyebiliyorlar. Galeride atölye çalışmaları da yapılabiliyor. Şu ana kadar Almanya, İsviçre ve İngiltere’yi dolaşan Peyami Bey’in gündeminde Fransa var şimdilerde. Aynı zamanda organizasyon çalışmaları da yaptığı için İngiltere’yle sürekli diyalog halinde ve geleneksel Türk kültür ve sanatının nüvelerini oralara da taşımak en büyük dileği… Böyle bir çalışma, organizasyon tasarılarının en başında yer alıyor. “ Zaten diyor, Avrupa’ya ancak geleneksel kültürümüzün ve sanatımızın ürünlerini götürürsek bir anlamı olabilir. Onların yabancısı olmadığı, hatta yaptıklarının taklitlerini götürmemiz bir şey ifade etmez diye düşünüyorum… Fakat Anadolu’ya götürelim İstanbul’da yapılan sanatı. Niçin hep İstanbul’da yapılsın ki sanat; niçin bir Diyarbakırlı da nasiplenmesin bu güzellikten?…”
Aslında herkes güzelin peşinde ona göre…
Herkes güzeli, güzel olanı, güzelliği arıyor aslında… Hukuğa aykırı olmadığı sürece sanat adına yapılan her şeyin güzel olduğunu düşünüyor. Kendisi de yağlı boya resim çalışıyor ama yoğun olarak eğildiği çalışmalar arasında geleneksel kültürümüzün çok önemli öğeleri olan ebru, hat, minyatür de var. Fotoğraf da çeken Gürel, halihazırda geleneksel kültüre eğilen tek tek galeri olduğuna dikkat çekiyor Peyami Sanat Galerisi’nin. Kendisi de ünlü hat sanatçısı Fuat Başar’dan icazetli.
Gerek duyarlılık gerek de tarz açılarından özel olarak tercih ettiği ressamlar var mı acaba? Olmaz mı? Sayıyor hemen:
“Başta Van Gogh… Sonra Dali, Eshell ve Rene Magritte…” Bu galeri, güzelin peşinde olan, güzele tutkun olan herkese açık. Üstelik bu galerinin sahibi, bu kaygıları taşıyan bir adam; bu duyarlığı, bu inceliği, bu naifliği tatmak istemez misiniz? Bu galeriye en azından bu adamla tartışmak için bile gitmeye değer sanıyoruz…